Kültür-Sanat Köşesinden


  • Kayıt: 21.03.2015 23:33:00 Güncelleme: 21.03.2015 23:33:00

Değerli okuyucular...

 

Sanat bir toplumun atardamarıdır. Bu damar zayıflarsa bünye de zayıflar. Bu damar kesilirse bedenin ayakta durması zorlaşır.

 

Toplumlar sanatlarıyla yaşar. Siz buna isterseniz medeniyet deyin. Farketmez. Sonuçta toplumların kültür, sanat, üretim, folklor ve ilim olarak ortaya koydukları eserlere medeniyet (uygarlık) denir. Toplumlar medeniyetleri kadar vardırlar. Toplumlar uygarlık adına ortaya koydukları ile saygınlık kazanırlar. Onlarla yaşarlar, onlarla adlarından söz ettirirler. Genelde uygarlık, özelde sanatı olmayan toplumlar kolay kolay tarih sahnesinde kalamazlar. Zaman içinde silinip giderler.

 

Gelecek kuşaklar önceki kuşakların ürettikleri medeniyete tutunurlar. Kimliklerini atalarından aldıkları uygarlık ile şekillendirirler. İçinde bulundukları durumu, önceki kuşakların miras bıraktığı uygarlık ile kuvvetlendirirler.

 

Bu medeniyette yer alan her bir unsur, yeni kuşaklar için kimlik, nefes, ruh ve moral kaynağı olur. Bunlardan mahrum kalanlar menen zayıflar. Sanat ve kültür adına kökleri çok sağlam olmaz. Kimlik sıkıntısı yaşarlar. Kimliğine yabancı kalan, ya da kimliğini kaybeden kuşşkların hiç bir hükmü yoktur. Böyleleri kendilerine bir toplum bile diyemezler.

 

Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli dört milyondan fazla kişi bir toplum sayılır. Bu toplum da kültür ve sanat adına bir şeyler üretebilir, üretmeli. Ortaya dil, estetik, müzik, kültür, sanat ve edebiyat adına bir şeyler koyabilmeli. Medeniyetimizin derin kökleri, zengin arşivi bu konuda bize ilham kaynağı olabilir.

 

Bunun için okuyan, düşünen, yazan, üreten kuşaklara, sanat ve estetiği meyilli, kültür ve ilim gönüllüsü yeni kuşaklara, yeni nesillere ihtiyaç var.

 

Umuyoruz ki Avrupa’da yaşayan müslümanların gelecek kuşakları bu konuda daha da başarılı olurlar.

 

İyi okumalar dileğiyle.

 

Yazışma adresi:kerimece@hotmail.com

 

ANAYURT NOTLARI 5

 

(Özay Arslan’ın hac hatıralarına bu sayıda da devam ediyoruz)

 

Beytullah; Allah´ın evi. Neden ev? Nedir ev?

 

Herkes namaz kılarken, tavaf ederken ben müsait bir yer bulup Beytullah´ı seyretmeyi daha çok seviyorum. Dalıp gidiyorum düșüncelere, hayallere. İște o anlardan birinde Șeyh-i Ekber´in sözleri yankılanıyor kulaklarımda;“Kur´an Kâbe´den söz ederken gecelemeyle aynı kökten gelen beyt/ev kelimesini kullanır. Burada o, adeta içinde geceleyen nedeniyle ev diye isimlendirilmiștir.Çünkü geceleyen șey evin yararlaı içerisinde büyük unsurdur. Buna örnek olarak „ Hacc arafattır.“ Hadisini verebiliriz. Burada haccın en önemli kısmı kastedilir. Böylece Șâri geceleme hükmüne riayet etmiștir. Çünkü uyku gece gerçekleșir.Uyuyan kiși bineğini, canını uyku esnasında koruyacak birine muhtaçtır. Allah burada gecelemeyi dikkate aldığı ve geceleme de gündüz değil gece gerçekleștiği için bu mekâne Beyt adını verdi. Bir hadiste Efendimiz (s);“ Uyurken elinizin nerede gecelediğini/yebiku bilemezsiniz“ buyurur.Gece gayb demektir.Çünkü Hakk, kullarına tecelli edișindeki zaman hükmünü geceyle irtibatlandırmıștır; „geceleyin rabbiniz iner“. Efendimizi (s) in miracı gece gerçekleștiği gibi ruhlar gece mirac ederler ve ayetler geceleyin görülür.

 

„Ona bir yol bulan için Evi haccetmek, insanlar üzerinde Allah´ın hakkıdır.“(3/97) Allah insanı evden davet etmiș ve ona bu evdeki tecellisini göstermek istemiștir… Telbiye getirirken sesi yükseltmek bu duadaki eve aid paydan kaynaklanır. Çünkü bu duada maksat odur. Ev „özel yüz“ üzerindeki bir perdedir.

 

Muhammedi bir müșahede sahibiysen, Rasulullah (s)’ın getirdiği telbiyeye ekleme yapma. Böylece Hakk´ı peygamberin gözüyle görürsün (futuhat).

 

1976 yılında köyümüzden göçetmiștik ve ben o zamanlar sekiz yașındaydım. Köyümüzdeki evimizde geçirdiğimiz günlerin anıları hiç yalnız bırakmadı beni.Yeni tașındığımız evde akșamları o anılara dalar giderdim. O mutluluk anlarını çocukluğumun ülkesinde tekrar tekrar yașardım. Sanki köyde bıraktığımız evimiz sırf bu anıları saklamak için hâlâ direniyor. Elbetteki geride bıraktığımız hayatımızda unutamadığımız daha bir çok anımız var. Ama bunların hiç birisi çocukluğumuzu geçirdiğimiz eve özgü olanlarla aynı tınıya sahip olmayacaktır. Çünkü evimizle ilgili anıları anımsarken onlara mutlaka düșsel değerler katarız.Anılarımızı bir tarihçi olmaktan ziyade bir șair olarak hatırlarız. İște ne ki hatırlarız ve dıșa vururuz, șiirdir. Bu nedenle olsa gerek mekanın özüne șiirle dokunabiliriz. Ben doğmadan bizim ev dünya üzerinde kaybolmuș bir evdi ya da herkesin eviydi. Ama ben doğunca yeni bir anlam kazandı. Benden önceki zamanlardaki durumu benimle birlikte bir gizeme dönüștü.

 

Beytullah/Allah´ın Evi bașlangıcından itibaren olan tarihi iște șimdi benim için gerçekliğe dönüșüyor. Artık bu tarihe, bu gerçekliğe ben de dahilim. Bu evin anılarında benim de bir resmim olacak. Ya da bu tarih benimle birlikte yeniden bașlıyor. Benim Kâbem bütün geçmișiyle birlikte iște karșımda duruyor ve bu bütün anılara artık ben de katılıyorum. Artık bu katılım beni atam Adem (a)in bildiği Yitik Ev´e bağlayacağı gibi, hiç bir evin olmadığı bu dünya evinin ilk șartlarına, ilk kutsal evin bulunușuna, yapılıșına kadar götürecektir. Elbetteki bir tarihci olarak değil bir șair olarak. Gönülden gönüle akan bu șiirsel ve düșsel değerlerdir. Șairleri okumak düș kurmaktır aslında.

 

Ne buyurmuștu Efendimiz (s); „İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanacaklardır.“ Kâbe, evim. Sen de uyuyorum ve yine sende uyanmak, gözlerim sende açmak istiyorum maveraya.

 

Trafik tam bir felaket. Bütün motorlu tașıtlar yirmidört saat kontakt kapatmıyorlar. Ekzostan çıkan gaz perișan ediyor bizi. Maske takmak fayda etmiyor. Bu duruma fazla dayanmak mümkün değil. Yavaș yavaș hastalıklar bașgöstermeye bașladı. Dünyan´ın her tarafından insanlar gelmișler. Kimi beyaz kimi siyah. Kimi zengin; Kâbe´yi çevreleyen lüks otellerde kalıyorlar. Kimi fakir ve yoksul; yol kenarlarında, kaldırımlarda, Kâbe´nin avlusunda, altlarında bir örtü, yanlarında bir çanta öylece yașıyorlar. Buralarda yatıp kalkıyorlar, buralarda yiyip içiyorlar. Her taraf çöplük. Herkes öksürüyor. Hiç bir düzenleme ve kontrol sözkonusu değil. Kaldığımız otelin Mescid-i Haram´a uzaklığı yaklașık üç kilometre. Her on dakikada bir otobüs var. Bazen bu üç kmlik yolu yarım saatte alıyoruz. Yürümek için ayrı bir yol yok. Yürümek istediğimizde mecburen tașıt yolunun kenarında tehlikeyi göze alarak yürüyoruz. Müslümanların eğitim, ekonomik ve sosyal durumları içler acısı. Kimisi geceliği 15.000 dolardan bașlayan otellerde hac yaparken, kimisi insanların vereceği bir riyal sadakaya bakıyor. Yerlerde, kamyonların altında yatıp kalkıyor. Ne tuvalet, ne banyo imkanları var. Ancak Kâbe´ye geldiklerinde oranın tuvalet ve duș imkanlarını kullanıyorlar.

 

En basit adab-ı muașeret kurallarına bile riayet yok. Eğitimsizlik ve cehaleti tarif etmek mümkün değil. İnsanın yazmaktan bile haya ve ar ettiği sayısız olaya șahit olması üzüntüden öte bir hal.

 

Bir dirilișe muhtaç tüm ümmet.. Yeniden diriliș.

 

AH

 

Bin ayrı lisan verse Rabbim dert anlatmaya Yine devam edecek o cânân ağlatmaya Ne sevda çâre olur içimdeki azâba Ne hicran yaza yaza sığar cümle kitâba Kime ümid bağlasam eli boş dönüyorum Sevdiğim seyrediyor mum gibi sönüyorum Nice kan döküldüyse âlem halk olunalı Hep sinemde toplanmış, bulundu bulunalı Dünyada sığınacak bir sine var mı Rabbim Her sine, sinem gibi soğuk mu, dar mı Rabbim Ölümüm götürmesin âhirete elemi Elemin sevabını yazsın kudret kalemi Her elem anlatıyor senden başka kapı yok Aşkın yoksa gönülde mes’ud aşka kapı yok Bir sıcak el, müşfik göz cânândan beklediğim Cismi küçük o gönlü ummandan beklediğim Ne çare ki ağlatır eslâfı hûblar gibi Gezdirir beni arzda yalnız meczûblar gibi Şuarânın âhları gökleri tutar ammâ Bilinmez nedir sırrı, bu nasıl bir muammâ O yâr ki gelip geçen güzellerin şâhıdır Beni bir an ihmali günâhlar günâhıdır Dünyada aşk derdinin dermanı vuslat değil Nice bin yâr bûsesi rahata fırsat değil Sarsın seni ey Kâfî bâd-ı sabâ nefesi Yüzünü görmesen de saadet versin sesi

 

Ekrem Kaftan

 

BU GECE

 

Bu gece uyumayacağım

 

Gündüze uyanmayacağım

 

Güneşi temamen söndürün

 

Ay’la görülecek hesabım var

 

Bu gece uyumayacağım

 

Bir ben, bir de cellâdım ve

 

Ölümüme alkış tutacak minik kızım

 

Hesaba çekilmek istemiyorum

 

Ölümüm yaşamımdan çok daha renkli olacak

 

Mesela, papatyalar olmayacak yakamda

 

Ağıtçılarım da olmayacak; hepsi sevinecek ölümüme

 

Kimileri gözükmeyen kapılar ardında

 

Kârlı çıkmanın hesaplarına uyanacak

 

Sabah olmaycak ne yazık ki,

 

Beklediğim Güneşlerle beraber öleceğim

 

Ay sadece kabirlerin üstüne doğacak

 

Bir ben olacağım, bir de onlar;

 

Geniş bir tabutun içinde

 

Korkmayın diyeceğim bizi artık yağmurlar ıslatmaycak

 

Çünkü biz Güneşin yanında olacağız

 

Ama Güneş bizi yakmayacak

 

Artık inanmaya başlıyorum

 

Bu gece sabah olmayacak

 

Biz ancak sabahı olmayan günlere uyanacağız

 

Çünkü ölümüzle birlikte zaman da duracak

 

Ah uzayası ömrüm, hep de mavi ölümler tercih etmişti

 

Sabrın sadece yarısı, acının yarısı

 

Gece ve bir de bal arısı

 

Ne muazzam bir orkestra Ya Rab!

 

Beklediğim şenlik çok uzun olacak

 

Acı, ızdırap, çile olmayacak

 

İçinde olumsuzluk bulunmayan

 

Bir sözlük hazırlayacağım

 

Benden başka kimse onu okumaycak.

 

 

Salim Yüksel

 

Zaandam