Hollanda’da Devlet ve din birbirine karışırsa!


  • Kayıt: 29.05.2021 09:21:08 Güncelleme: 29.05.2021 09:21:08

Hollanda’da Devlet ve din birbirine karışırsa!

Raşit Bal

Hollanda’da din-devlet ayrımının hukuki bir ifadesi yok. Anayasada bu husus geçmez. Din-devlet ilişkisinde yerleşik bir uygulama var. Yirminci asırda bu iyice pekişmiş. Ayrışma kurumsal olarak oluşmuş. Daha somut olarak ayrışma da ‘iki alan’ ortaya çıkarmıştır: kamu alanı ve özel alan. Kamu alanının sahibi ve sorumlusu devlet. Bu alan herkesin ortak alanı. Hiçbir kesim bu alanı domine edemez. Kimse birbirlerinin hayat tarzlarına karışamaz, müdahale edemez. Birinin özgürlüğü, diğerinin özgürlüğünün başladığı yerde biter. Kamu alanının ortak birtakım örf ve adetleri var. Dil bunlardan birisidir. Kamu alanında çıkan bireylerin birbirleri ile anlaşması için yardımcı olur, ortak dil, davranış kalıpları ve kültürel kodlar. Buna ortak olana rağmen bir kişi ‘aykırı’ olabilir. Giysisi ile, görüntüsü ile veya dili ile. Çoğunluğun dışlamasını göze alarak bu mümkündür.

Kamu alanının düzenleyicisi devlettir

Devletin bu yetkisini iktidarda olan hükümet ve hükümetin idaresinde görev yapan bürokratlar kullanır. Devlet otoritesin gücü ile bireysel vatandaşın gücü arasında müthiş bir göç dengesizliği vardır. Devletin gücü göreceli olarak ‘sonsuzdur’. Devlet ortaya çıktı çıkalı (son 5 bin sene) istediğinde bireyi (tebaasını, vatandaşını) ezmiştir. Çoğunlukla keyfi olarak. Ya da devletin başındaki (sultan, halife, kaan, şah) bir şey adına kendi tabasını ezmiştir, işkence etmiştir, hapse tıkmıştır. Son 5 bin yılının tarihi devletin bireyleri ve grupları ezmesinin tarihidir.

18.asrın başlarından itibaren ortay çıkan Aydınlanma, bu 5 bin sene süren ‘Devlet şiddetine’ bir çözüm bulma çabasıdır.

Tabii ki devleti fes etmek mümkün değil. Kamu alanı varsa, onun düzenleyicisi de olması zorunlu. Yani bireyler ortak alana çıktıklarında düzenleyici olarak ona ihtiyaç duyuyorlar. İnsanlar ileri düzeyde erdemli olurlarsa, buna gerek yok diyen anarşizm saçma. Şayet devlet ortak/kamu alanını iyi düzenlemezse, insanlar birbirine düşüyor. Suriye, Irak, Mısır, Yemen, Arabistan, Libya ve Miyamvar gibi ülkelerde bunu iyi görüyoruz. Bu durumda ‘iyi’ ne demek oluyor? İyinin anlamı şu oluyor ‘özgürlük’, ‘eşitlik’ ve ‘birliktelik/beraberlik’. Bireyler özgürlük olmazsa, çatışıyorlar. İnsanlar eşit olmazsa çatışıyorlar. Bir oranda birliktelik olmazsa da çatışıyorlar. Bu durumda devletin en temel görevi kamu alanında ‘özgürlüğü’, ‘eşitliği’ ve ‘beraberliği’ sağlaması oluyor.

Hem yatay (bireyler ve kurumlar arası) ve hem de dikey (birey-devlet arası). Dünyada var olan 196 devletlerden bunu en iyi yapan devletler Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde bulunmaktadır. Bu o kadar kesin bir olgu ki, Dünyanın diğer bölgeleri bu ülkelere yöneliyor. Hem norm olarak ve hem de güvenli yerler olarak. Tersten bunun anlamı, bu kaçılan ülkeler ‘özgürlüğü’ ‘eşitliği’ ve ‘birlikteliği’ sağlayamıyorlar. O devletlerin kamu alanında insanlar birbirine düşüyor, birbirinin özgürlüğünü kısıtlıyor ve bir türlü ‘beraber’ olamıyorlar. Anlaşılan, oradaki devletlerde bunu sağlayamıyor. Hatta çoğu zaman devletin kendisi terör estiriyor, baskı yapıyor, kendi insanını eziyor.

İslam Dünyasının bu ‘ortak yaşam’ hususunda en başarısız bölge olduğu da çok açık.

Büyük çoğunluğun Müslüman olması, aynı dili kullanıyor olmak, ortak tarihe sahip olmak ve benzer kültürel kodlara sahip olmak yetmiyor. Ortak yaşamda başarılı olma hususunda İslam dünyasının asırlarca çok başarılı olması da yetmiyor. O zaman basardılar şimdi yapamıyorlar. Ortak yasayamıyorlar. Sürekli birbirlerinin hayatlarına müdahale ediyorlar. Bireyler etmezse, devlet ediyor. Bazıları din adına, bazıları cemaat adına ve bazıları da ulusal kimlik adına yapıyor. Bu durumda dindar Müslümanlar ne yapsınlar? ‘Allah bizi kardeş yaptı’ deyip duruyorlar.

Avrupa ülkeleri de bu başarı için bedel ödemişler.

Öyle bir günde ortaya çıkmamış, bu ‘barış’ ve ‘refah’ durumu. Tabii sömürü de var işin için de, soygun da. Temel sorun, devletin gücünün kontrolden çıkmasını nasıl engelleyeceğiz? Üstelik zengin devlet daha tehlikeli. O’nu yok edemeyiz. Çünkü ortak alanı düzenleyen devlet. Ondan kurtuluş yok. O halde bu devlet gücünü kullanımını düzene sokmak zarureti ortaya çıkıyor. Başarılı olan yöntemler belli artık. Devletin hukuk devleti olarak düzenlenmesi. Hukuk devleti olmak devlet erkini kullanan herkesin eylemi hukukla belirlenecek. Hukukla düzenlenmemiş davranış ‘illegal’ olacak. İslam tarihinden de biliyoruz. Bu yetmiyor. İslam Şeriatının maksadı tam olarak bu. Keyfi davranışı yok etmek. İslam’ın ilk asırlarda bu göreceli olarak başarılı olsa da, genelde yetmemiştir. Uyduruk gerekçelerle, devlet şeriata rağmen zülüm etmiştir. Ne ‘özgürlüğü’, ne de ‘eşitliği’ sağlayabilmişlerdir. Ya da kısmen de olsa, belli bir kesim ‘özgür’ ve ‘eşit’ olmuş. Kaba kuvvetle ancak ‘beraberliği’ sağlamışlar. O tarihlerde, Hristiyan dünyası, bu ‘beraberliği’ sağlayamamış.

Devlet gücünün kontrolden çıkmasına engel olmak için diğer bir çözüm ise, onu bölmek olmuştur.

Uzun mücadeleden sonra ve zorla. Hiçbir lider gücünü paylaşmak ister mi? Devletin meşru gücünün kullanımını üçe bölmek yaygın olmuştur: yargı, yasama ve yürütme. Tek elde toplanmasının bedelini insanlar binlerce sene ödemiş. Yoksa hukuk ta/şeriat ta kontrol edemiyor. Adam, yetki bende deyip, sahip olduğu yetkiyi istediği gibi ve kendi doğruları doğrultusunda kullanıyor. Üstelik, bölünme olmadan bu tutum doğru. Yetki tek adamda ise, o da kullanır tabii ki. Ancak her seferinde zülüm ve baskı ile bitiyor. Bölme bir anlamda sigorta. Devlet gücünün istismarını ve kötü kullanımını (zulme ve baskıya yol açma) engel olmak için üçüncü husus ise alan ayırımı. Yani din-devlet ‘in ayrılması. Buna göre bir ‘dini alan veya otorite’ oluyor bir de ‘kamu alanı ve kamu otorite’. Bir vatandaş ‘dini alana’ girdimi, orada dinin otoritesinin geçerli olduğunu biliyor ve ona göre davranıyor. Yine bir kişi ‘kamu alanına’ girdimi biliyor orada da ‘devletin otoritesi’ geçerli. Üstelik devlette diyor ‘dini alana ben karışmam’. Dini otoritede ‘ben de kamu alanına karışmam’ diyor. Bu da yetmiyor, devlet, kamu alanında bulunan herkes benim için eşittir’ diyor. Buna karşılık, dini otorite (kilise, cami) ise ‘dini alanda sadece kendi inananlarım eşittir, inanmayanlar ise kafirdir’ diyor. Yani ‘devlet’ bu ayrım sayesinde, dini otoriteyi kendine eş görüyor. Devlet kendi alanında ‘her şeye gücü yeten’ din de kendi alanında ‘her şeye gücü yeten’ oluyor. Bu ayrışmanın yaygın ifadesi, devletin ‘nötr’ olması, herkese ‘eşit mesafede’ olması seklinde olmuştur.

Hollanda’da politik düzeninde, bu ayrışmaya ek olarak, devlet demiştir ki ‘ben dinin alanına, daha güçlü olmama rağmen, hiçbir şekilde karışman’. 

Güvenlik ve toplum sağlığı gerekçesi ile dahi olsa, devlet kiliseye girmez ve güç uygulamaz. ‘Karışmaktan uzak dururum’ diyor. Ancak, geçtiğimiz hafta yeni bir durum ortaya çıktı. Urk şehrinde bulunan bir Ortodoks Protestan kilisenin, korona önlemlerini çiğneyerek yüzlerce üyesi ile ibadet düzenlemesi, oturmuş devlet-din ilişkisini gerdi. Kamu sağlığı için ciddi bir tehdit oluştu. Üstelik bu kilise Devlete meydan okuyor gibi bir tutuma da girdi. ‘Biz, önlemlere değil, Tanrıya güveniyoruz’ gibi. Parlamento ve Hükümet ‘bir şey yapamayız’ derken, Hollanda’nın Yüksek Mahkemesi (Raad van State) ‘niçin olmasın’ deyip Devletin müdahalesine bir kapı açtı. Çok yeni bir gelişme. Ne olacağı pek belli değil. Keşke, kilise aklını başına alsa.