Zafer Aydoğdu'nun Kaleminden ''Avrupa'daki Reform ve Aydınlanma Hareketlerinin Beşiği olarak Hollanda''


  • Kayıt: 04.08.2021 09:24:34 Güncelleme: 04.08.2021 09:25:15

Zafer Aydoğdu'nun Kaleminden ''Avrupa'daki Reform ve Aydınlanma Hareketlerinin Beşiği olarak Hollanda''

Zafer AYDOĞDU

Dinler tarihine baktığımız zaman, birçok din tarihsel olarak belirli bir değişim süreci geçirmiştir. Belki de en çok değişim geçiren din olarak Hıristiyanlık, başlangıcından itibaren çok farklı aşama ve ayrışmalardan geçmiştir. Kısaca özetleyecek olursak, Hz. İsa ve Havariler dönemi ve erken Doğu Ortodoksluğu olarak tanımlayacağımız Arami, Ermeni ve Kıpti kiliselerinin gelişimi ve etkisi. Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu döneminde, özellikle Grek ve Romalılarla tanışması aşaması, Kilise Babaları ve Konsil tartışmaları. Bu konsillerin en etkili olanları 325’te düzenlenen İznik, 431, 449, 475 Efes ve 451’de düzenlenen Kalkedon (Kadıköy) konsilleri dir. Bu konsillerde genellikle tartışma konusu, bugün üçlü teslis dediğimiz görüşün farklı biçimleri idi. Yani Hz. İsa'nın ve Hz. Meryem’in rolü (Theotokos olarak), özellikleri. Mesela Hz. Isa’nın doğası tanrısal mı, insansal mı, veyahut her ikisi birden mi gibi tartışmalardı. Bu tartışmalarda farklı farklı taraflar ortaya çıktı. Monofizitler, Diofizitler ve daha birçok akım ve tarikat doğmuştur. Üstüne üstlük İncil’in oluşum sürecinde apokrif kitap olarak adlandırılan birçok kitap ayıklanmış. Bunların birçoğu tekrar keşfedilerek, farklı ekolleri de beraberinde getirmiştir. Tüm bu tarihsel ayrışma ve tartışmaların Helenistik felsefe ile mayalanması sonunda da Skolastik akımlar Orta Çağ boyunca düşünce dünyasını biçimlendirilmiştir. Daha önceki makalede de belirtildiği gibi, Batı Avrupa (özellikle aşağı ülkeler olarak adlandırılan bugünkü Hollanda ve Belçika bölgesine, Hristiyanlık birtakım keşişler eliyle yayılarak, yerli halkın kadim inançları ile harmanlanmıştır. Kısacası reform hareketlerinin bu coğrafyada ortaya çıkması tesadüf değildir. Katolik kiliseye damgasını vuran Roma kültürü ve dili, bu ülkelerde henüz eğitimin gelişmediği dönemlerde, halka hitap edemezdi. Çok erken zamanda rahiplerin kiliselerde halka hitap ederken, yerel dilleri kullanması süreci başlamıştır. Bunların başında örneğin Meister Eckarth (1260 – 1328) gelir.

Cermen Hristiyanlığının oluşum süreci

Yukarıda da bahsettiğim gibi Cermen halklarının yaşadığı bölgelerde, Latin Kilisesine karşı tepkimeler çok erken dönemlerde başlamıştır. Çünkü Cermenlerin kendi kültürlerini ve dillerini terk etmeleri beklenemezdi. Roma’ya (Vatikan’a) tepkimeler öncelikle bu coğrafya da doğdu ve halk hareketleri olarak gelişti. Bir parantez açacak olursak, Orta Çağ boyunca Balkanlarda ve Fransa gibi bölgelerde Vatikan’ın Hristiyanlık anlayışından farklı dini hareketler ve cemaatler oluşmuş (örneğin Bogomiller ve Katarlar gibi). Fakat bunlar Ortodoks veya Katolik inançlar tarafından bastırılmış veya yok edilmiştir. Cermen halkları Hristiyanlığı kendi kültür ve değerleri ile yoğurma konusunda başarılı olmuşlardır. Bu gelişmenin çok farklı nedeni bulunmaktadır. Kısacası şunu söyleyebilirim, Batı Avrupa’da şehirleşmenin başlaması, ticaretin gelişmesi ve kendi ulusal dillerini temel alan devletlerin oluşması, güney Katolik ve Ortodoks ülkelerinin gelişen ve yayınlanan İslam dünyası tarafından mağlup edilmesi ve daha sonra Türklerin tüm ticari yolları ve Hristiyanlığın anavatanı olan coğrafyayı ele geçirmesi, Katolik ve Ortodoks ülkeleri zayıflatmıştır. Bunun sonunda Kuzey ülkeleri ve devletleri gelişme fırsatı bulmuşlardır. Daha sonraki süreçte de göreceğimiz gibi hem İslamiyet hem de Osmanlı İmparatorluğu bilinçli olarak yeni doğan Protestanlığı desteklemişlerdir.

Reform hareketlerinin doğuşu ve gelişmesi

Genellikle dinde reform hareketlerinin başlangıcı olarak Luther (10 Kasım – 16 Şubat 1546) ve Kalvin (10 Temmuz 1509 – 27 Mayıs 1564) gösterilir. Oysa bu ikili tarihsel olarak uzun bir sürecin ürünü ve sonucudurlar. Luther ve Kalvin kendilerinden önceki hareketleri en uç noktaya kadar götürmüşlerdir. Malum en uç nokta Hristiyanlıktaki en önemli ayrışmalardan birisidir. Önce Doğu (İstanbul merkezli Ortodoks inancı) – Batı (Roma merkezli Katolik Kilisenin temsil ettiği Katoliklik) arasındaki büyük ayrılıklar (Yunanca kökenli terimle, Schisma olarak adlandırılır), Hristiyanlığın bölünmesine sebep olmuştur. Luther ve Kalvin ile tarihe reform hareketleri veya protest hareketleri olarak geçmesine rağmen, protestoların çok önceki dönemdeki birtakım düşünürler ve halkla iç içe yaşayan din adamları veya manastırlar etrafında örgütlenen cemaatler tarafından dillendirildiği ve gitgide birer halk hareketi haline dönüştürüldüğü bilinmektedir.

Ortodoksluk, Katoliklik ve Protestanlık asla İslamiyet tarihinde zuhur eden Şiilik ve Sünnilik ile kıyaslanamaz, çünkü İslam’da bu ayrışma teolojik değil daha çok siyasal bir tartışmadır. Ne Şiiler ne de Sünniler asla İslam'ın temel lafızlarını tartışmaya açmazlar (tevhid dininden zerre kadar taviz vermezler). Kaldı ki bunlar tarihsel olarak birer mezhep veya mektep olarak tanımlanır. Yani İslamiyet’in yerini almazlar veya ondan ayrılmazlar. Oysa Hristiyanlıkta bu akımlar başlı başına birer itikattır. Teolojik olarak ayrılırlar. Protestanlığın kendi coğrafyası ve kültürü ile örtüşmesini biraz bizim Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin (kopuz ve Türkçe hikmetleri ile) başlatmış olduğu Türk boylarının irşat edilmesi ve bu geleneğin devamı olan Horasan ve Anadolu (alp)erenleri olarak bildiğimiz Baba İlyas, Baba İshak, Dede Kargın, Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Sarı Saltuk, Taptuk Emre, Yunus Emre, Şeyh Edebali gibi aşk ve ışık erlerinin Türk töresinin İslami öğretilerle harmanlanmasına benzetebiliriz. Bir bakıma Göktürk Ötüken sarayında ve Türkistan’ın steplerinde yurtlarda, Türk boylarının icra ettikleri gelenek ve göreneklerin (törelerin), yeni benimsedikleri inançla bütünleştirilmesi gibi, Cermen halkları da Hristiyanlığı kendi değer manzumeleri içinde eritmişlerdir. Kim bilir belki de bu her iki gelişme arasında bir bağ kurmak mümkündür. Eğer Balkanlardaki ve Macaristan’daki birçok Bektaşi tekkelerini göz önünde bulunduracak olursak, Roma’ya karşı başkaldıran (protest) akımlarının bir bakıma Anadolu’daki gelişmelerden etkilenmiş olabileceğini düşünülebiliniz. En azından Bogomil ve Katarların Anadolu ve Orta Doğu ile etkileşim içinde olduğu bilinmektedir. Zaten bir başka yazıda ele alacağımız Hollanda – Osmanlı İmparatorluğu ilişkilerinde göreceğimiz gibi, Hollanda’daki kiliselerin heykellerden arındırılması (1566, Beeldenstorm) hareketini, Osmanlı İmparatorluğunun benimsediğini ve desteklediğini göreceğiz.

Hollanda reform hareketlerinin ve Aydınlanmanın başladığı ülkedir

Luther ve Kalvin’e götüren sürecin aşağı ülkeler (Lage Landen) olarak bilinen bölgelerde geliştiği son yapılan tarihsel araştırmalar sonunda daha da berraklaşmaktadır. Bugün Hollanda olarak siyasal birliğe sahip ülkenin özellikle de Almanya’ya yakın bölgelerinde (Overijssel Eyaleti), hemen 1000’li yıllardan itibaren Halk Hristiyanlığı diyebileceğimiz yapılanmalar oluştu. İnsanlar kendi dil ve kültürlerinde dinlerini öğrenmek ve yaşamak istiyorlardı. Dinin daha basit ve pratik olarak sunulması ve herkesin anlayacağı biçimlerde sunulması, basitleştirilmesi gerekiyordu. Merkezi kiliselerin (doğrudan Roma’ya bağlı olan) hiyerarşik yapıları ve halktan uzak durmaları, yenilikçi hareketleri de beraberinde doğurdu. Bu yenilik hareketinin (Moderne Devotie) başında ise Deventer’de doğan (1340), Geert Grote geliyordu. Thomas a Kempis (1380 – 1471) ise bir diğer tanınmış kişi idi. Bu hareket daha çok resmiyetin ve bürokratik dinin dışında, bacı ve kardeşlerden oluşan topluluk olarak gelişti. Temel ilkeleri ise ortak bir yaşamı savunuyorlardı. Yani eşya ve mülkün ortaklığını (bizdeki Şeyh Bedreddin gibi). Çünkü Hz. Isa dememişiydi, ‘’eğer iki gömleğiniz veya sandaletiniz var ise, ötekini ihtiyacı olana verin’’ diye. Yine Hz. Isa buyurmuştu ki, ‘’bir deve, para biriktiren zengin birisinden daha önce iğnenin deliğinden geçerek, Tanrının krallığına girecektir’’, diye. Bir bakımda ‘’Gülün Adı’’ adlı Umberto Ecco’nıun kitabında yapılan tartışmalar, genellikle yoksul Hollanda köy, kasaba ve şehirlerinde yapılmaya başladı. Kilise zengin iken, halkın yoksul olması Hz. Isa’nın öğretisine tersti. Yani komşun açken, sen tok olacaksın, böyle Hristiyanlık olmaz. Böyle din kardeşliği düşünülemez. İsa’nın takipçisi (Thomas a Kempis’in kitabının ismi) her şeyini paylaşan, maldan mülkten vazgeçendir. Onun içindir ki, günlük olarak 4 saat uyuyan ve bir bardak sütle beslenen Deventer’li Geert Grote, yetimler ve dullar evi kurmuş, onlara hizmet etmiştir. Bugün halen Deventer’de var olan ‘Burgerweeshuis’ o dönemden kalmadır. Kardeşlik cemiyetleri bu şekilde doğmuştur. Bizdeki benzerleri (Selçuklu döneminde): Bacıya-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, birlikleridir. Hollanda coğrafyasın da aynı tarihlerde benzer yapılanmalar vardı.

Kardeşlik ve ortaklık temelinde Hristiyanlık bir bakıma bu yapılanmalarla, Hz. Isa nasıl yaşamışsa o zamanki otantik ayarlarına dönmüş oluyordu. Ortakçı bir hayat ve kardeşlik üzerine kurulu bir yaşam (broeders en zusters van het Gemene Leven) Deventer, Diepenveen, Windesheim ve Zwolle’da baş göstermişti. Bir bakıma ‘’Ehl-i sünnet vel cemaat’’, peygamber nasıl yaşamışsa öyle yaşanmalıydı. Papalarda, halifelerde öyle yaşamıyorlardı şatafatlı saraylarında. Ne Hz. Isa ne de diğer peygamberler, yoksuldan farklı bir hayat yaşamadılar. İşte dinde reformlar Hollanda topraklarında böyle yeşerdi, Hüssitler ve köylü ayaklanmalarında, Thomas Münzer’in dilinde ortakçı bir yaşamın özlemi dillendirildi. İlk matbaalar da Deventer’de kuruldu. Halkın gözünü açma ve aydınlanma süreci böylece başlamış oldu. Karanlık çağa karşı reformlar ve aydınlanma çağının temelleri böylece atılmış oldu.

Zafer AYDOĞDU