Savaşın gölgesinde mahalli secimler


  • Kayıt: 29.04.2022 10:02:13 Güncelleme: 29.04.2022 20:34:54

Savaşın gölgesinde mahalli secimler

Raşit BAL

Mahalli secimler yapıldı. Demokrasinin şenlik havası hiç yoktu. Seçmenlerin tercih yapması hiçte kolay olmadı. Çok düşük oldu seçime katılım. Politika daha çok parçalandı. Pandemi büyük oranda bitmişti. Ekonomi ise şahlanacaktı. Yeni hükümetin kurulması ‘güven’ yetersizliğinden dolayı çok uzun sürmüştü. Buna rağmen ortaya iyi ve heyecan verici bir hükümeti çıktı. Enerjiye, lklime, konuta, eğitime ve toplumsal güvene milyarlarca Euro yatırım yapmayı planlıyor. İklim ve enerji anlamlarında Avrupa’nın öncü ülkesi olmayı mümkün kılacak bir program. Bilimsel ve teknolojik keşiflerin ana yurdu olmaya aday bir ülke. Toplumla politika arasında hemen hemen yok olmuş güveni yeniden oluşturmayı hedeflemişti.

Hollanda bu şartlarda mahalli seçimlere gitmeye hazırlanıyordu ki, Rusya komşu ülke Ukrayna’ya savaş açtı. Ve birden dünyanın öncelikleri değişti. Hollanda’da yerel seçimler savaşın gölgesinde yapıldı. Rusya’nın işgal saldırısı her şeyi alt üst etti. Bu savaş ciddi denebilecek bir ikilemde ortaya çıkartı. Az ileride suçsuz insanlar öldürülürken, hem de gözümüzün önünde, biz burada demokrasi şenliği yapıyoruz. Halbuki Avrupa’da bu iki olgu (savaş ve demokrasi) yan yana gelmemesi gerekiyordu. Demokrasinin olduğu yerde savaş olamazdı. Belki de bu ikilem seçime katılımın çok düşük olmasında etkili oldu.

Savaşın Avrupa’da çıkması hem Avrupa’yı ve hem de Dünya’yı çok şaşırttı.

Rusya’nın saldırganlığından korkan Ukrayna Avrupa birliğine ve NATO’ya katılmayı güvenliği için bir zorunluluk görüyordu. Çünkü Rusya’nın başkanı Putin bir taraftan, ‘geçmişe özlem’ duyduğunu ifade ediyor ve diğer taraftan da eski Sovyet ülkelerine yönelik ‘hepimiz kardeşiz ve tek toplumuz’ diyerek onları ‘tehdit’ etmekte idi. Ukrayna’nın bu ‘güvenlik arayışı’ Rusya başkanı diktatör ve saldırgan Putin için işgal gerekçesi oldu. ‘Biz kardeş uluslarız, siz bizden nasıl koparsınız’ deyip işgali meşrulaştırıyor ve ‘kardeşler savaşı’ başlıyor. Şehirler füzelerle, top ateşleriyle, tanklarla, savaş uçakları ile yerle bir ediliyor. Kadın, çocuk, ihtiyar demeden öldürülüyorlar. Hastaneler bombalanıyor, mahalleler yangın yerine dönüyor. Milyonlarca insan yurdundan ediliyor ve ülke dışına kaçıyorlar. Neyse ki Avrupa ülkelerinin hepsi de ‘bizim ülkelerimiz size açık, gelebilirsiniz’ diyor. Tıp kı Almanya, Fransa gibi Hollanda da kendisini yüz binlerce ilticacıya hazırlıyor.

Avrupa’nın tarihini az çok herkes bilir. Son bin sene içerisinde Avrupa sürekli savaş halinde idi.

Uzun suren barış dönemleri hiç olmamış. Kilisenin hoşgörüsüz tutumu ve politik iktidar tutkusu sürekli savaşlara neden olmuş. Çok fazla farklı milletlerin olması da çatışmaları tetiklemiş. 14. ve 15. Asırlara gelindiğinde Katolik kilisesi Avrupa’nın en zengin kurumu olmuştu. Devletler içinde devlet. Sıradan insanların günlük yaşantılarında belirleyici ve kralları iktidara getiren ve iktidardan düşüren bir otorite. Üstelik ‘kutsal’ ve yaptığını tanrı adına yapıyor. Otoritesini tartıştırmayan. Protestanlığın ortaya çıkması ile, uzun süren savaşlar daha da artıyor. Her yer fitne fesat. Engizisyon mahkemeleri kurulmuş ve binlerce insana ‘cadı’ ve ‘kafir’ diye işkence edilmiş ve yakılmış. Biraz aklını kullanan insanlar görüşlerinden dolayı hapse atılmış ve kitapları yasaklanmış. Dini alanda yenileşmeyi önermek sadece sürülmeyi değil hayatını göze almak demek oluyordu. Bu yetmiyormuş gibi açlık, kıtlık ve veba hiç eksik olmamış. Ortalama yaş otuz yaşlarını geçmemiş. Göreceli olarak daha derli toplu olan İslam dünyasının Avrupa’yı yenmesi ve iki taraftan (Balkanlar ve İspanya yârim adası) tehdit etmesi pek zor olmamıştır. 16.asrın bilimsel keşifler ve aydınlanma dahi savaşları bitirememişti. 19. Asır ise tam bir savaş asrı. Avrupa kendi aralarında ki savaşa doymamışlar, bütün dünyayı da kolinize etmişler. Savaş kıtası olan Avrupa bu kadar saldırganlığı ancak birinci ve ikinci dünya savaşlarının yol açtığı tahribattan sonra aklını başına alabildi. Tarihte hiç görülmemiş bir şekilde milyonlarca insanın telef olması ile.

Avrupa insanının kolektif hafızasına bu savaşlar kazandı.

Savaşın Ukrayna’ya gelmesi Avrupa için bütün bu bin senelik savaşları çağrıştırdı. Halbuki Avrupa bu kadar tahribattan sonra aklını başına almıştı. Nitekim Avrupa son 60-70 sene savaş görmedi. Avrupa’nın uzun tarihinde tam bir istisna. Savaş ve şiddet görmemiş iki nesil geldi ve geçiyor. Sürekli barışı sağlamak için ise ortak sözleşmeler, kurumlar ve özgürlükleri, demokrasiyi ve hukuk devletini esas alan bir düzen oluşturdular. Dünyayı kolinize etmekten te vaz geçtiler ve ‘herkes kendi başının çaresine baksın dahi’ dediler. Lider odaklı değil, keskin ideolojileri olan partiler değil, otoriter devlet hiç değil. Bunların nelere mal olduğunu kesin bir şekilde gördü ve deneyimledi Avrupa. Ortak insan hakları beyannamesi, Avrupa Birliği Anlaşması ve demokratik-hukuk devleti ilkeleri bu uzun süren barış ortamının temelini oluşturuyor. Daha çok kendileri için. Dünyanın diğer bölgeleri kendi düzenlerini bu ilkelere ve kurumlara göre yapıyorlar mı yapmıyorlar mı önemli değil. Kendileri bilir. Yeter ki, Avrupa’nın barış düzeni için tehdit olmasın.

Bu barış döneminin değerinin ancak önceki asırlarda hiç kesilmeden süren savaşları bilmekle mümkün olur. Almanya ve Fransa arasında politik gerilim artığında, Avrupa toplumları hemen geçmiş savaşlı dönemlerini hatırlarlar. Avrupa ülkelerine aşırı sağ her zaman savaşı, şiddeti ve azınlıkların imhasını çağrıştırır. Hele ‘saf ırk’ odaklı düşünce veya ideolojiler Avrupa’nın yeniden parçalanması ve eski savaş ve çatışma dönemlerini dönmesi demektir. Dinin belirgin olması, etkinleşmesi de özgürlüklerin kısılması ve eski ‘din savaşı ’asırlarını çağrıştırır. Bundan herkes ürker ve birden travma yaşar. Barış döneminde dünyaya gelmiş son iki nesilde savaşın ne demek olduğunu ve Avrupa’ya neye mal olduğunu unutan bir kesim var olduğu da anlaşılmak ta. Bunun ilk belirtisi tabi ki PVV partisinin büyümesi. ‘Yabancı olandan’ korkma ve onu dışlamaya yönelik. Sonra da saf millet/ırk odaklı ideolojisi olan FvD partisinin çok hızlı bir şekilde büyümesi. Avrupa'nın savaşa mı yoksa barışa mı eviriliyor bu iki parti gibi partilerin büyümesi veya küçülmesi ile ölçülüyor. Seçimin sonuçları rahatlattı bizi. Her iki parti de küçük kaldı. Hatta PVV küçüldü. Belki bu sonuç ta Rusya-Ukrayna savaşının Hollanda mahalli seçimine bir etkisi.

Benim olaylara bakışımda da bu arka planın etkisini hissediyorum. Avrupa tarihi bunda etkili olduğu gibi, İslam dünyasının son iki asrı da bunda etkili. Niçin İslam Dünyası barış ortamı oluşturamıyor? Oranın insanlarının barış ortamı olarak gördükleri Avrupa’ya yönelmeleri, barışı onların da istediklerini gösteriyor. Amerika gibi büyük ve güçlü ülkelerin savaşı ve düzensizliği tetikleyici politik tutumları ve ekonomik emperyalizm İslam dünyasının yönetici ve önderleri için bir bahane olamaz. Böyle bir dış baskı ve düşmanlık varsa, bu İslam dünyasını birleştirmeli ve birbirine kenetlemeli. Oyunlarını bozmak hiç te zor olmasa gerek. Amerika’ya rağmen savaşmazsın olur biter. Suudi Arabistan Yemene yönelik sürdürmekte olduğu savaşı durdursa, barış yapsa buna Amerika mı engel olacak? Libya’da, Suriye'de, Sudan’da birbirleri ile kavga eden kabileler, taraflar kavgalarını durdursa, Fransa mı engel olacak? Avrupa nasıl barış düzenini kurdu, bin sene suren savaşlardan sonra. Fransa ve Almanya nasıl tarihsel düşmanlıklarını bıraktılar? Kendi halkını terörize edersen, özgürlük yerine aşağılar ve esersen, düzenin tutmaz tabii ki.

Mısırın Cumhurbaşkanı Sisi, kendi halkını terörize ediyor, bunu Amerika’nın istediği için mı yapıyor?

Mısırı diktatörce idare etmek tamamen Sisi’nin tercihi. Bu olmuyorsa, yanlış Amerika’dan daha çok o bölgenin yöneticilerinin adresine yazılmalı? Bu anlamda ‘dış güçler’, ‘dış odaklar’ söylemi tam bir ‘perdeleme’ olmaz mı? Nitekim bu gerekçeyi İslam Dünyasının baskıcı iktidarları kullanmıyor mu? Kendi halkını iyi yöneterek destek alıp iktidarını meşrulaştıracağına, ‘dış güçler ülkemizi yok etmek istiyorlar, beni desteklerseniz onlarla baş edebiliriz’ yöntemini seçiyorlar.

Şimdi Rusya’da bu tip ülkelere katıldı. Putin hem kendi halkını terörize ediyor, soluk aldırmıyor. Bu yetmiyormuş gibi etrafındaki ülkelere saldırıyor. Bağımsız bir ülke olan Ukrayna’ya saldırıyor ve topraklarını işgal ediyor. Düpedüz komşusunun toprağını çalıyor. Uyduruk bir gerekçe ile. Güya bir zamanlar Ukrayna bir zamanlar Rusya’nın bir parçası imiş. Saldırgan ve işgalci Putin’de, ‘Amerika beni buna mecbur etti’, ‘Nato genişlemek istiyor, ben buna seyirci kalamam’, ‘Avrupa silahlanıyor, bu benim için bir tehdit’ diyerek hiç alakası olmayan Ukrayna’ya saldırıyor. ‘Temizlikten’ bahsediyor. Ve binlerce masum insanı öldürüyor. Hatta Putin’in söylemine baktığımızda etrafındaki diğer ülkelerde saldırma niyeti var. Batık ülkeleri ve Polonya kendilerinin sıraya alındığı algısı oluşuyor. Putin’in gözü dönmüş, kafayı yemiş.

Şimdi Avrupa ne yapacak? Putin’e laf anlatmak mümkün mü? Hiç mümkün görünmüyor. Avrupa’nın ve NATO'nun Ukrayna'yı savunup Rusya ile savaşa girmesi hiç doğru olmaz. Allah etmesin üçüncü dünya savaşı çıkarsa ne olacak? Avrupa tam 19.asra döner, düzen bozulur. Savaş sonrası bütün kazanımlar yok olur. Hatta Putin bu yönde açıklamalar yapıyor. Yine aynı mantık ‘Amerika bizi yok etmeye çalışıyor ve bizim bir nükleer güç olduğumuzu unutmasınlar’ diyor. Adam iyice tehdit ediyor. Halbuki saldırgan kendisi, komşusuna hem ‘kardeş’ diyor hem de saldırıyor.

Saldırganın Putin olduğu tartışmasız ortada iken, yine bazı kesimler Putin’le bir olup Amerika’yı ve NATO'yu suçluyor. FvD bu partilerden birisi. Bu partinin lideri Putin’e laf kondurmuyor. Sanki Ukrayna’yı işgal etmek için saldıran o değil. Laf kalabalığı oluşturarak, suçu başkalarına yıkıyor. Hırsıza, işgalciye, katile laf yok. Mağdur üzerinden ‘komşuya’ suçu atıyor. Perdeliyor. Sonuçlara göre FvD oldukça başarısız oldu. Katıldığı belediyelerde bir veya iki meclis üyesi çıkartabildi. Halbuki bir önceki bölgesel seçimlerde birinci parti olmuştu. Ben sevindim.

Seçim döneminde Ukrayna’dan kaçan insanların Hollanda’ya sığınması hiç propaganda meselesi olmadı.

Bütün toplum ve politikacılar ‘yerimiz var, gelsinler’ dediler. Hatta bazı insanlar sınıra gitti ve insanları buraya davet ettiler ve getirdiler. Kucak açtılar ve evlerine aldılar. ‘Siz bizdensiniz’ dediler. Hollanda devleti Ukrayna’dan gelenlere daha kolay bir prosedür uygulamaya karar verdiler. Çocukların hemen okula gitme imkânını oluşturdular. Yetişkinler ise hemen çalışma izni çıkartılar. ‘Komşu’ böyle olur. ‘Siz açken biz tok yatamayız’ şeklinde. Bu tutum da bazılarının dikkatini çekti ve ‘niçin aynı tutumu Suriye’den gelenlere göstermiyorsunuz’ diye Hollanda’nın bu uygulamasını eleştirdiler. Halbuki iyiliği teşvik etmek gerekir. Tabii ki savaştan kaçan Suriyeliler, Yemenliler, Iraklılar, Libyalılar o çevrede bulunan ülkelerin ve toplumların ‘komşusu’. O ülkeler Hollanda toplumu gibi davranmalı. Türkiye nasıl milyonlarca Suriyeliye kapılarını açtı ve onlara güven ve imkân verdi. Ne kadar güzel. Allah mazluma kucak açanın gücünü ve imkânını artırsın. Türkiye’nin de Hollanda’nın da Polonya’nın da. Bu bir erdem. İslam’da böyle emrediyor. Hele bir komşuna bak diyor. İmkânlar olduğunda da uzaktakine de. Hollanda herkese kapılarını açamıyor. Türkiye herkese kapılarını açamıyor. Hele uzaktakine iyice zor oluyor. Imanlar kısıtlı, bir toplumun kaldırma gücü de. Ancak ‘komşuya’ açmak mümkün oluyor.

Avrupa’nın bu tutumu, bir daha gösteriyor ki, savaştan ders almış. Aklı halen başında. Savaştan kaçıyor, barış istiyor. Başka saldırganların neden olduğu mağdur ve mazlumlara da kucak acıyor.

Keşke, İslam Dünyası da Avrupa’nın bu tutumundan ders alsa da İslam’ında emrettiği barışa ve komşuya kucak açmayı uygulasa. Seçimlerse barışın savaşa dönüşmemesinin bir ön koşulu olsa. Politikanın parçalanması toplumsal barış için biraz sorunlu olabilir. Şehirlerin meclisinde istikrarlı koalisyonlar kurması biraz zorlaştı gibi. Şehirleri idare etmek te zorlaşıyor. Ancak, Hollanda toplumu deneyimli. Politik pazarlığa da makul olanda buluşmaya da. Bu parçalanmanın da aşırı sağ söylemin etkisine de ve secime katılımın düşük olması ile de baş edebilir.