Şiir, insanoğlunun en saf, en duru nefesidir.
Şiir benim için su gibidir: Akarken temizler; taşın üstünde oyuk açar; insana “buradan hayat geçmiş” dedirtir.
Bazen toprak gibidir; içine gözyaşı düşer, üstünde çiçek açar. Bazen gökyüzü gibidir; ufkumuzu genişletir, hayallerimizi uçurur. İnsan nasıl ki susuz, ekmeksiz, nefessiz yaşayamazsa; gönül de şiirsiz yaşayamaz...
İlhan KARAÇAY: YURT DIŞINDAKİ TÜRKLER’İN EDEBİYAT ZENGİNLİĞİ GELİŞİYOR
Bazen de ekmek gibi gün boyu ağızda saklı kalan bir kırıntı, acıkınca hatırlanan bir tat… Gökyüzü kadar geniş, yastık altındaki bıçak kadar keskin. Dert görünmezse paslanır; şiir görünür kılar. Onun için şiir, gurbetçinin cebindeki küçük pusuladır.
Dünya, bu pusulayı elinin altında tutan şairlerle dolu. Homeros’tan Dante’ye, Shakespeare’den Goethe’ye kadar herkes aşkı, ölümü, yalnızlığı bir kelime terazisinde tarttı. Shakespeare’in dizeleriyle insan ruhu derinleşti; Goethe’nin mısralarıyla felsefe kanatlandı. Fuzûlî aşkı ilahi bir sır gibi dile getirdi; Mevlânâ gönlü semaya döndürdü.
Orhan Veli sokağın sesini şiir yaptı; Cemal Süreya tek sözcükle kalpleri titretti. Yunus Emre gönlü yumuşattı, Nedim eğlenceyi; Yahya Kemal ihtişamı, Mehmet Âkif vakarı, Nâzım Hikmet sürgünde özgürlüğü dile getirdi. Bir dize bazen bir kapı açtı: içeri memleket kokusu doldu.
Benelüks’teki “Şiir Köşesi” ve “Dert Ortağı”
Yıllar önce Hürriyet Gazetesi’nin Benelüks İlavesi’ni hazırlarken, şiirin bu büyüsünü bilen ve hislerini kâğıda döken insanlara kulak verdim. O dönemde gurbetçi işçilerimizin mektupları kadar, şiirleri de bana ulaşıyordu. Onların içinde bir yanık hasret, bir özlem, bir umut vardı. Ben de her hafta gelen yüzlerce şiirden seçmeler yaparak özel bir “Şiir Köşesi” açtım.
70’li ve 80’li yılların Avrupa’sında, şiir bir sığınak, bir yoldaş oldu.
O yıllarda yalnızca şiir değil, dertler de bana akardı. Hürriyet’in Benelüks İlavesi’nde açtığım “Dert Ortağı” köşesi kısa sürede bir teselli durağına dönüştü. Mektuplar, iç çekişler, hasret satırları… Hepsi o köşede yer buldu. Vatandaşlarımızın kimi evsizlikten, kimi işsizlikten, kimi yalnızlıktan şikâyet ederdi; kimi de sadece içini dökmek isterdi.
Ben de onlara bazen yol gösterdim, bazen moral verdim, bazen de sadece dinledim. Ve fark ettim ki, şiir köşesi ile dert ortağı köşesi aslında birbirine çok benziyordu. Çünkü ikisi de gurbetçinin ruhunun aynasıydı. Biri gözyaşını mısralara dökerken, diğeri satırlara ‘dert’ diye yazıyordu.
Şiir, işte o yüzden bu kadar kıymetliydi. Çünkü şiir, dert ortağıydı…
Şimdi Sıra Platform Dergisi’nde
Aradan yıllar geçti. Avrupalı Türkler hâlâ şiirle nefes alıyor. İşte Hollanda’da yayımlanan Platform Dergisi, göçün 60. yılına armağan ettiği 11. Avrupa Şiir Yarışması ile o nefesi yeniden çoğalttı. Genel Yayın Yönetmeni Ebubekir Turgut’un şu cümlesi meselenin özeti: “Kelime şiirin malzemesidir; kelimeler fakirleşirse şiir de fakirleşir.”
Dilimizi zengin tutmanın yolu; kelimeyi emeğe, duyguyu ölçüye, hayatı ritme bağlamaktan geçiyor.
Yarışma ve Sonuçlar
Jüri değerlendirmesi sonucunda birincilik ödülü, bazı özel ve teknik nedenlerle yarışmadan çıkarıldı.
İkinciliği Çekya’dan “Lades” isimli şiiriyle Nehir Özkaya, üçüncülüğü ise Almanya’dan “Bir Gurbetçinin Günlüğünden” adlı şiiriyle Mecit Aktürk kazandı.
Jüri heyetinin mansiyon için seçtiği şiirler ise şöyleydi:
-“Elgin” şiiri ile Hatice Yılmaz Işıktaş,
-“Bir Göçmen Türküsü” şiiriyle Serap Bektaş ,
-“Ben Göçün Çocuğuyum” şiiri ile Hakiki Kabakçı ve
-“Nar ve Dut” şiiri ile Melek Abay.
Dereceye giren eserlerin özel bir e-kitapta toplanacağı açıklandı. Bu, kelimeleri arşivleyen bir hatıra defteri olacak.
İki Şiirin Değerlendirilmesi
Seçilen iki şiire özellikle not düştüm; çünkü ikisi de gurbeti iki ayrı yerinden tutuyor.
Nehir Özkaya’nın “Lades” Şiirinin tarafımdan değerlendirilmesi
Bu metinde, “uzakta kalmış hayatın sesi” var. Şair, bir havalimanı panosuna benzeyen, kalpte yanıp sönen şehir adlarıyla konuşuyor. Ayrılığın geri dönüşsüzlüğünü sakince kabul ederken, anılardan ödünç aldığı sıcaklığı atkı gibi boynuna doluyor.
İlk kıta, mektup zarflı bir sızıyı şöyle açıyor:“öte diyardan isimsiz bir mektubum var / yokluğun, varlığın ardından / yerimi zaman doldurmuş / kalmak istedim, ama, niye? / su da dökmedi kimse ya / çünkü dönmeyeceğimi annem bile biliyordu…”
Mecit Aktürk’ün “Bir Gurbetçinin Günlüğünden” Şiirinin tarafımdan değerlendirilmesi
Aktürk, hayatını “kaderin kışlası” metaforuyla açıyor. Çocukluk yokluğu, 70’lerin siyasi rüzgârı, Berlin’in soğuğu, çalışmanın yekini ve ev kurmanın sevinç-keder salınımı… Dili klasik bir kıta ölçüsünde; hikâye omuzda yük, dilde musikî.
Ben alttaki iki kıtayı, hem söyleyiş gücü hem tablo berraklığı için seçtim:
“Kaderin kışlasında henüz ‘acemi er’dim / Gözyaşları içinde ilk tekmilimi verdim / Sultanını ararken gönlümde payitahtın / Somurtan surat gördüm; dediler ‘işte bahtın!”
“Üç aile on nüfus ve daracık bir alan / Huzurluyduk desem de, herkes bilir ki yalan / Neşe çehreye haram, fakirlik diz boyuydu / Talihimin karası katrandan da koyuydu”
Son olarak şunu söyleyebilirim:
Bu iki şiirin ortak noktası, gurbetin yalnız başına bir mekân değil, bir zaman duygusu olduğuna işaret etmesi.
Biri “dönemeyen”in kalbiyle, diğeri “tutunmaya yeminli”nin azmiyle konuşuyor.
Ve belki de en önemlisi: Şiir, gurbetin hem tanığı hem de dert ortağı olmaya devam ediyor.