Edebiyatın toplumsal sorumluluk taşıyan bir silah olduğunu savunan Erkut Dinç, yaşamın içinden çıkardığı hikâyelerle okuyucularını derinden etkiliyor. Yazar ve şair olarak edebiyatın her alanında üretken olan Dinç, yeni projelerinden topluma vermek istediği en büyük mesaj olan vicdan üzerine düşüncelerini bizimle paylaşıyor. Hollanda’da geçen yıllarını, Türk kültürüyle harmanladığı eserleri ve yaşadığı zorluklara rağmen nasıl üretmeye devam ettiğini anlatırken, okurlarına "düşünmek yaşamaktır" diyor.
Okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız?
Ben Hollanda'nın Eindhoven şehrinde Havva ile Ahmet Dinç’in evladı olarak dünyaya geldim, aslen Yozgat/Sarıkaya'lıyız. Yaşadığım üst üste ameliyatlar ve sağlık kontrolleri nedeniyle öğrenimime devam edemedim. Buna rağmen kitaplara yöneldim ve sonra şiir yazmaya başladım. Babamın bana Türkiye’den hediye olarak getirdiği sazımla bazen ders alarak, bazen de kendi çabamla türkü icra etmeyi öğrendim. Aynı zamanda spor yaparak kendimi bedenen geliştirmeye çalıştım. Hâlâ okuyorum, yazıyorum, müzik çalışıyorum ve spor yapıyorum.
Hayatımda önemli yeri olan, değerli dostluklar kurduğum Awesome Kledingruil Atelier (Harika Giyim Alışveriş Atölyesi)’de gönüllü olarak çalışıyorum.
İlk kitabınızı yayımladığınız andan itibaren nasıl tepkiler aldınız? Okuyucularınızdan gelen en anlamlı geri bildirim neydi?
Bazı insanların beni yeni anlamaya başladıklarını fark ettim. Kitabımı okuyup tanıyanlar, toplumsal konularda yazmaya devam etmemi, özellikle “engelli” diye hayatlarına engel konulan insanları anlatmamı istediler. Bu, benim için çok anlamlı ve güzel bir duyguydu.
Sadece Türk kadınının değil, her milletten kadının yaşadığı bir öyküyü kaleme aldım.
İkinci kitabınızın baskıda olduğunu biliyoruz. Bu yeni kitabınızda okuyucuları neler bekliyor? İlk kitaptan farklı olarak hangi temalara odaklandınız?
Hiçbir insanın sıradan bir hayat olarak kabul etmemesi gereken, felaket diye adlandırabileceğimiz hayatları daha derinlemesine yazdım. Özellikle anneler, babalar, ağabeyler, ablalar ve (kız-erkek) gençlerin mutlaka okumasını istediğim öyküler var. Bugün toplumsal sorunlarla ilgilenmezsek, yarın sahip çıkabileceğimiz gençler ya da çocuklar kalmayabilir. Çünkü günümüzde “dilimizi, dinimizi öğrensinler, sonra Mevlam kayıra” anlayışı artık fayda etmiyor. Ayrıca sadece Türk kadınının değil, her milletten kadının yaşadığı bir öyküyü kaleme aldım. “Kadın hakları” ve “kadına şiddete hayır” demek yerine olaylara doğrudan eğilmek gerektiğini düşünüyorum.
Bir de kırk, elli, altmış yıl önce gelen ilk Türk işçilerinin, maalesef “bizden” dediklerimizden gördükleri dalkavukluk/işgüzarlıkları anlatmaya çalıştım. Bir diğer öykümde ise Müslümanlık adı altında İslam'a nasıl zarar verildiğine dikkat çektim. Türkçemiz gibi manevi aşkım olan, kutlu bayrağımız ay yıldızın sadece bir bayrak değil, bir şuur ve ruh olduğunu... Bu duyguyu hayatımızda diri tutmak için farklı bir bakış açısıyla yazmaya çalıştığım öykülerimi de kitaba dahil ettim. Dünyanın neresinde olursak olalım, artık yuvalarımızda yas olmasın temennisiyle ve maalesef sıradanlaşmaya başlayan şehitlerimizi hatırlatmak da olmazdı.
Yani hamasetten uzak, düşünmeye davet eden bir kitap hazırladım diyebilirim.
Hem öykü hem de şiir yazıyorsunuz. Bu iki farklı yazım tarzı arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Birini yazmak size daha mı kolay geliyor?
Çocukluğumdan beri yazdığım için doğal olarak şiir, duygu ve düşünce dünyama daha ağır basıyor.
Öykü yazarken artık zorlanmıyorum, ama yine de şiire göre daha zor. Çünkü işleyeceğin temayı önce iyice düşünmen, karar vermen ve planlamasını yapman gerekiyor. Şiirde ise konuyu sadece kafamda
belirleyip tatmin olduktan sonra yazıyorum. Yalnız, bu da kolay değil, çaba ister. Dengeyi şöyle kuruyorum: önce sakin bir şekilde düşünüyorum, müzik dinliyorum, yürüyüş yapıyorum ve notlarıma bakıyorum. En az on günümü öyküye vakit ayırıyorum. Bitirdikten sonra şiire odaklanıp âşıkça sevgimi, ozanca haykırışımı kâğıda döküyorum.
Yazı süreçleriniz nasıl ilerliyor? Belirli bir rutin ya da ilham aldığınız özel anlar var mı?
Genelde geceleri yazıyorum. Arada bir gündüzleri yazsam da, geceleri kendimle baş başa kaldığım için berrak bir zihinle düşünüp rahat çalışıyorum.
İlham konusuna gelirsek, açıkçası ilhama inanmıyorum. Çünkü dediğim gibi yazmak çaba gerektirir. Ancak bunun için bilgi ve fikir gereklidir; yani okumak ve araştırmak. Toplumsal sorunlarla ilgileniyorsanız ve inandığınız doğrular varsa, yazmak zorundasınız. Ayrıca insanların yaşamlarından besleniyorum. Sıradan diye düşündüğümüz hikâyeler bile aslında toplumun hayatını nasıl etkileyebileceğini gösterir.
Son yıllarda Türk ve Hollanda âdetlerini öz benliğimde birleştirip, özellikle öykülerimde yansıtmaya çalışıyorum
Hollanda'da yaşamak, eserlerinizi nasıl etkiledi? Hollanda kültüründen veya yaşam tarzından ilham aldığınız konular oldu mu
Hollanda’da yaşamak yazdıklarımı olumlu etkiledi diyebilirim. Her ne kadar yıllarımın çoğu Türk toplumu içinde geçse ve Türk gelenekleriyle yetişsem de, Hollanda kültüründen de faydalanıyorum. Tarihini, sanatını, edebiyatını ve şehirlerini tanımak için eskiye göre daha çok vakit ayırıyorum. Her ne kadar Hollandacam fena olmasa da, daha iyi geliştirmek için çaba gösteriyorum. Hikâyelerimizi Hollandalılara da anlatmak istiyorum, çünkü Hollanda da Türkiye gibi bizim ülkemiz. Hollanda’nın yaşam tarzından en çok bireycilikten faydalandım. Önce kendi hayatımın olduğunu, kendi doğrularımı ancak kendimin bulabileceğini ve böylelikle ruhen ve fikren topluma faydalı olabileceğimi öğrendim. Son yıllarda Türk ve Hollanda âdetlerini öz benliğimde birleştirip, özellikle öykülerimde yansıtmaya çalışıyorum. Örneğin,
Hollandalılarda aile kavramı var, ama belirli yaştan sonra her birey kendi başının çaresine bakmak ve hayatını kurmak zorundadır. Başka semte, şehre veya ülkeye gitse bu durum yadırganmaz, doğal karşılanır. Biz Türklerde ise mecburi bir durum olmadıkça aile kolay kolay birbirinden ayrılmaz. Önemli olan bu iki kültürün faydalı yanlarından yararlanmaktır. Bireycilik her ne kadar Türk yaşam tarzına aykırı gibi algılansa da, kendi Türklüğünü ya da kültürünü inkâr etmek demek değildir. O zaman adı bireycilik değil, sorumsuzluk ve yalnızlık olur!
Yazdığınız öykü ve şiirlerde sıklıkla hangi temaları işliyorsunuz? Bu temaların sizin kişisel yaşamınızla bir bağlantısı var mı?
Aile, gençlik, sağlık (özellikle engelli konusu), yalnızlık, tarih/şahsiyetler, uyuşturucu, fuhuş, Türk kültürü (Hollanda kültürü de dahil) ve gurbet temaları işliyorum. Gurbeti duygusallıktan çok gerçekçi yönüyle yazıyorum.
Aşk olmazsa olmaz.
Aşkın geçici bir heves olmadığını, güvenin esas olduğunu ve unutulan değerlerini yazmanın vakti geldi.
Kişisel yaşamımla bağlantısına gelince, bebekliğimden 2002 yılına kadar beş kez ağır ameliyat geçirdim ve sık sık tedaviler gördüm, bu yüzden öğrenimime devam edemedim. Dış görünüşümden dolayı "engelli" muamelesi gördüm.
Benim gibi aynı sorunları yaşayan insanları en iyi anlayanlardan biri olduğum için bu hikâyeleri yazma gereği duyuyorum. Artık her sağlık sorunu yaşayan insanın duyguları tahrip olmasın, kişiliklerine dokunulmasın, yaşamları yara almasın!
İnsan, bir diğer insana acı vermesin! Uyuşturucu konusuna gelirsek… Yıllardır birçok insanın yaşadıklarını gördüm, gözlemledim. Her konuda âdeta dünyayı ayağa kaldırıp isyan ediyoruz, fakat uyuşturucu meselelerine gelince neden sesimiz pek çıkmıyor?! Türk, Hollandalı ya da başka milletten olan insanlar, bugün tepki göstermeyecekse ne zaman gösterecek?!
Özellikle 2000'li yılların başından beri dikkatimi çektiği için hem yazıyorum, hem de soruyorum, sorguluyorum!
Okuyucularınıza iletmek istediğiniz ana mesaj nedir? Eserleriniz aracılığıyla vermek istediğiniz temel düşünceler veya duygular nelerdir?
Ana mesajım şudur: vicdan. Vicdanımızı kaybetmeyelim. Bana göre asıl kıyamet, insanoğlunun vicdanını kaybetmesidir. Dünyada neler olup bittiğini hepimiz görüyoruz. İşin acı tarafı, umursamazlık bir virüs gibi her yere yayılıyor. Neden böyle diye kendimizi sorgulamalıyız. Ancak bunun için sağlıklı bir şekilde düşünmeliyiz, çünkü düşünmek yaşamaktır. Düşünerek yaşarsak gerçeği görürüz. İşte vermek istediğim temel düşünceler ve duygular bunlardır.
Zorlukları aşmaya gelince… İlk kitabımla adımımı attım, ancak daha çok demirden dağları eritmem gerekiyor. Bunun adı çileye talip olmaksa, kabulümdür!
Yazar olarak karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdir? Bu zorlukları nasıl aştınız veya aşmayı planlıyorsunuz?
Daha ilk kitabım çıktığında ve edebiyat/sanat dünyasında yaptığım araştırmalarda gördüm ki, sosyal medya ve diğer dijital platformlar ileride okuma konusunda çok sıkıntı yaratacak. Yıllarını edebiyata, sanata vermiş yazarlarımızın ve hocalarımızın sitemlerini daha iyi anlıyorum.
Bir de aşırı politize olma durumu var ama… Neyse, bu başka bir zamanın konusu.
Zorlukları aşmaya gelince… İlk kitabımla adımımı attım, ancak daha çok demirden dağları eritmem gerekiyor. Bunun adı çileye talip olmaksa, kabulümdür!
Bir yazarın zorlukları aşması ise ancak okuyucularıyla, gönül dostlarıyla olabileceğine inanıyorum. Bütün saygım ve sevgimle insanların kalplerine ulaşmak, birlikte dertleşmek, mutluluğumuzu paylaşmak istiyorum. İnsanların sevgisini, gönül dostluğunu kazanabilirsem ne mutlu.
Gelecekteki projeleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Yeni türler denemeyi düşünüyor musunuz?
"İç Dünyam" kitabımda en çok ilgi görenlerden biri olan ‘Söz Veriyorum’ adlı öykümün devamı olan bir roman yazıyorum.
Ayrıca bir şiir kitabı hazırlığım da var.
Dört yıl önce olduğu gibi, yine bir lokalde küçük çapta bir müzikal gösteri yapmayı planlıyorum.
İzninizle kısaca anlatayım: Tiyatrocu ve hikâye anlatıcı bir Hollandalı hanımefendi, benim "Söz Veriyorum" adlı öykümden etkilenip "Engelli Prens"i anlatan bir öykü yazmıştı. O dinleyicilere anlatırken, ben de saz çalıp bir Türkü seslendirmiştim. Yani Türkçe ile Hollandacayı, iki kültürü birleştirip insanlara sunduk ve çok beğenildi.
Hikâyelerimi anlatmak ve okuma sevgisini yaymak için derneklerde/vakıflarda kitap sohbetleri yapmak istiyorum.
"İç Dünyam" kitabım başta olmak üzere, yazacağım öykülerin ve şiirlerin Hollandalılar tarafından da okunması için Hollandaca tercümesini yaptırmayı düşünüyorum. Belki önümüzdeki yıl bu konuda bir adım atabilirim.
Yeni türler arasında "denemeler" ve "aforizmalar" yazma fikrim var, ama onun zamanı daha var.
Genç yazarlara ve şiirle ilgilenenlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz? Yazarlık yolculuğunda öğrendiğiniz en değerli ders nedir?
Genç yazarlara ve şiirle ilgilenenlere tavsiyem şudur: Seviyorsanız, yani geçici bir heves değilse, gerçekten gönül verdiyseniz yazmaya devam edin. Moralinizi güçlü tutun, kim olursa olsun moralinizi bozmalarına asla izin vermeyin!
Topluma faydalı olmak istiyorsanız elinizde kitap hiç eksik olmasın. Okuyun, araştırın, yazarların, şairlerin hayatlarını inceleyin, birikiminizle eserler üretin. “Yok, ben sadece uğraş (hobi) olsun diye yazıyorum” diyorsanız, bu da güzel bir şey.
Yazarlık yolculuğumda ise daha öğreneceğim çok şey var. Her hikâye benim için bir ders ve bu öğrenim yolu hiç bitmeyecektir. Çünkü edebiyat yolunun istikameti aslında insanın kendi kalbi olduğunu gördüm.
Bilge Tonyukuk, Dede Korkut, Ahmed Yesevi, Yunus Emre ve Ömer Seyfettin’den günümüze kadar gelen Türk edebiyatının sırrı bu olsa gerek diye düşünüyorum.
Gönül hanenizi bana açtığınız için size ve bütün Platform Dergisi ailesine kalben teşekkür ediyorum