Gurbet güzeldir, hoştur; giyimini, yemenini ve içmenini değiştirir. Güzel konuşmayı, şehirli gibi giyinmeyi ve yürümeyi öğretir. Velhasıl gurbet, bir yaşam biçimi olup bireyin gelişimine, doğduğu topraklarda sahip olamayacağı olanakları sunar.
Gurbet, uzun yıllar önce Bakırköy’ün süslü caddelerinde, süslü ve asortik, frapan ve içinizi bulandıracak derecede ağır bir deodorant ve parfüm kokulu bir hanımefendinin ayağına kazayla basan, bilmediği için özür dileyemeyen, utangaç Anadolu gencine o kadından özür dilenmesi gerektiğini öğretendir.
Tabii ki özür dileme kültürü, bir düşüklük olarak değil; erkeklik süper egolarının dışında kalan, öğretilmeyen bir yaşam biçimiydi. Gerçi ilkokuldan başlayarak ortaokulda ve Nevşehir Kız Öğretmen Lisesi’nde “Yurttaşlık Bilgisi” diye bir dersimiz vardı, ama bu derslerde ne öğrendim, inanın, çok da hatırımda kalan bilgi yok.
Gün batımı, gurbette olma, uzakta yaşama ve sevdiklerine ulaşamama duygusu, duygusallığımızın en üst seviyeye ulaştığı doruk noktadır. Çoğu zaman o alışageldiğin yüzleri ve gözleri ararsın ama bulamazsın. Gurbet, yaban ellerde o yoksunluğun adıdır.
Bazen, toprağa ilk düşen yağmur damlalarından sonra havadaki o toprak kokusunu ararsın ama onu hissedemez, koklayamaz ve göremezsin. Bazen de Nevşehir’de Taş Ekmeği fırınından 75 kuruşa aldığın o tahinli simidin tadını ve kokusunu dilinle damağında ararsın ama bulamadığındır.
Seni en çok hüzünlendiren, karamsar, umutsuz, mutsuz ve melankolik kılan şey ise gurbette, bu akşamki gibi umut ve sevgiden uzak, yalnız bir hayat sürmektir. Ya da yalnız bir bakımevinde olmaktır gün batımında gurbet.
Her zil çaldığında, bir bakım ve huzurevinde çocuklarını ve torunlarını beklediğinde, görünmeyenler için yanaklarından süzülen gözyaşlarını saklamaktır gurbet. İşte, bizim Diaspora Hollandası’nda hayat böyle bir şeydir.
Saygı ve sevgilerle,