Hollanda demokrasisi, son kırk yılda yalnızca sandıkta değil, toplumsal katılımın tüm alanlarında belirleyici bir dönüşüm geçirdi. Göçmen kökenli yurttaşların aktif ve pasif siyasi haklar kazanmasıyla birlikte, katılımcı demokrasi kültürü derinleşti. Bu süreçte hem yerel yönetimlerde hem de ulusal düzeyde siyaset, çoğulculukla birlikte yeni bir denge ve paylaşım biçimi kazandı.
Siyasi Kültürün Temeli: Uzlaşma (Compromis)
Hollanda siyaseti, tarihsel olarak “compromis” yani uzlaşma kültürüyle örülmüş bir yapıya sahiptir. Bu anlayış yalnızca parlamentoda değil; yerel yönetimlerde, eğitim sisteminde, sosyal hizmetlerde ve iş dünyasında da güçlü bir şekilde hissedilir. Toplumsal meşruiyeti yüksek kararların alınabilmesi için geniş kesimlerin rızası aranır. Zira Hollanda halkı, kendisinin dahil olmadığı kararları kolay kolay kabullenmez.
Bu nedenle koalisyon hükümetleri bir tercih değil, bir zorunluluk olarak görülür. Temsilciler Meclisi’nde (Tweede Kamer) 150 sandalyeye 16 farklı siyasi partinin sahip olması, bu çoğulculuğun en somut göstergesidir. Salt çoğunluk için gereken 76 sandalye ise, ortak yönetim programlarına dayanan koalisyonların kurulmasını zorunlu kılar.
Toplumsal Yapıda Değişim: Gruplar Arası Sınırlar Belirsizleşiyor
Bir dönem Hollanda siyaseti, dini ve ideolojik sütunlar (verzuiling) üzerinden şekillenirdi. Ancak son yıllarda bu sınırlar giderek silikleşti. Halkın %58’i herhangi bir dini inanca sahip olmadığını belirtirken, Katoliklerin oranı %23, Protestanların toplamı ise %15 civarında. Müslümanlar ise %5’lik bir kesimi temsil ediyor. Ancak bu topluluk kendi içinde etnik ve mezhepsel açıdan oldukça heterojen bir yapıya sahip.
Müslüman kökenli göçmenlerin temsilini üstlenen DENK Partisi’nin oy oranı %2,5 civarında seyrediyor. Bu da Müslüman nüfusun yaklaşık yarısını temsil edebildiğini gösteriyor. Diğer yandan Cumhuriyetçiler, Sosyalistler, Liberaller, Yeşiller ve Avrupa Birliği yanlısı partiler geniş bir siyasi yelpaze oluşturuyor.
Güç Kaybeden Geleneksel Partiler
Son 30 yılda özellikle Hristiyan Demokratlar (CDA) ve Sosyal Demokratlar (PvdA), toplumsal değişime ayak uyduramayarak ciddi oy kaybına uğradı. Bu da siyasi temsilin daha parçalı bir yapıya dönüşmesine neden oldu. Nitekim bugün, yalnızca Temsilciler Meclisi’nde değil, Senato’da (Eerste Kamer) ve Avrupa Parlamentosu’nda da çok sayıda küçük ve orta ölçekli parti görev yapıyor.
Erken Seçimler: Çıkış Yolu mu, Çare mi?
Koalisyonlar arası uyumsuzluk, siyasi tıkanmalar ve kamuoyu desteğindeki düşüş, Hollanda’da erken seçimi bir demokratik çıkış kapısı haline getirdi. Son 20 yılda beş kez erken seçime gidildi:
Özellikle Mark Rutte, 14 yıl süren Başbakanlığı boyunca üç kez erken seçim çağrısı yaparak, halktan yeniden yetki istedi. Bu seçimler, hükümetin meşruiyetini tazeleme ve yeni koalisyon seçeneklerini test etme aracı olarak kullanıldı.
Rutte, Ekim 2024’te NATO Genel Sekreteri olarak göreve başladı. Ardında ise yeniden şekillenmeye açık bir siyasi yapı ve köklü bir demokratik gelenek bıraktı.
Demokrasinin Nabzı: Uzlaşma ve Temsil
Hollanda’da erken seçimler yalnızca siyasi krizlerin çözüm aracı değil, aynı zamanda halkın yönetime olan güvenini ölçme biçimidir. Temsilde adalet, katılımcı siyaset ve güç paylaşımı, bu ülkede demokrasinin bel kemiğini oluşturmaya devam ediyor.
Göçmenlerin artan politik katılımı, toplumsal çeşitliliğin siyasal temsile yansıması açısından da önemli bir süreç. Uzlaşma kültürünün güçlenmesiyle, Hollanda siyaseti hem içeride uyumun hem de dış politikada istikrarın sembolü olmayı sürdürüyor.
Not: Bu analiz, son 40 yılın siyasi gelişmeleri ve güncel veriler ışığında, objektif ve katılımcı bir bakış açısıyla hazırlanmıştır. Gelişmeler izlenmeye devam edilecek.