Ana akım siyasi partilerin ekonomik sorunlara etkili çözümler sunamadığı bir dönemde, aşırı sağ olarak nitelendirilen partilerin Hollanda'da güç kazanması dikkat çekiyor. Hollanda seçimleri, özellikle aşırı sağcı lider Geert Wilders'in partisinin birinci çıkmasıyla tüm Avrupa'nın gözlerini bu ülkeye çevirdi.
Corona virüsü salgını ve Ukrayna savaşı sonrasında ekonomik olarak zorlanan alt ve orta gelir gruplarına yönelik vaatlerle öne çıkan Wilders, sosyal güvenlik, sağlık ve sığınma konularına daha fazla öncelik vereceklerini vurguluyor.
Wilders, dar gelirlilerin ekonomik yükünü azaltma, vergi indirimi, asgari ücretin artırılması, sağlık sigortası giderlerinin düşürülmesi ve daha kaliteli sağlık hizmetleri gibi taahhütlerde bulunuyor. Ayrıca, emeklilik yaşını yeniden 65'e çekme sözü de dikkat çekici.
Aşırı sağcı lider, sığınmacıların lüks koşullarda yaşadığını iddia ederken, Hollanda'nın harcamalarını sığınmacılar yerine vatandaşlara yönlendireceğini söylüyor.
Wilders, Hollanda'nın AB'den ayrılmasını savunurken, Nexit'in ülkenin kendi ulusal para birimine dönmesi anlamına geldiğini ifade ediyor. Aynı zamanda, Brüksel'e daha az para göndermeyi hedefliyor.
Ancak, radikal politikalarını uygulayabilmesi durumunda bile, bu değişikliklerin kısa vadede gerçekleşmesi zor görünüyor. ING Bankası, Wilders'in popülist vaatlerinin 2028'e kadar GSYH'nin yüzde 3'ü civarında bir yapısal bütçe açığına yol açabileceğini öngörüyor.
Wilders, Ukrayna'ya yapılan mali yardımı eleştirirken, aynı zamanda sıkı bir İsrail destekçisi olarak biliniyor. İklim bilimcilerini eleştiren Wilders, hükümetin CO2 emisyonlarını azaltmak için fazla harcama yaptığına inanıyor. Kömür ve gaz santrallerini savunarak, güneş parkları ve rüzgar türbinlerinin inşasını durdurmayı öneriyor. Hollanda'nın Paris iklim anlaşmasından çekilmesi gerektiğini savunuyor ve bunun yerine iklim adaptasyon projelerine yatırım yapılmasını öneriyor.