Kadın haklarını sadece 8 Mart’larda hatırlayan bir toplumuz


  • Kayıt: 10.03.2025 11:31:35 Güncelleme: 10.03.2025 11:32:24

Kadın haklarını sadece 8 Mart’larda hatırlayan bir toplumuz

Nejat SUCU

Biz erkekler olarak çoğu zaman gönülden kadın haklarından yanayız ve savunucusu oluruz. Bir kısmımız ise politiktir, göstermeliktir, oportunistliktir, hipokrit ve münafık olarak kadını farklı rol ve görevlerle düşünen bir kadın hakları savunucusudur biz bizler.

Ya kadının… Kadın ezilmesinde, mağdur olmasında ve kendi hür ve özgür yaşamasını yaşayamamasında kadının kendisinin de rolü yok mudur? Tabii ki kadınlar da kızını, gelinini ve diğer kadınları kendine göre koruma içgüdüsüyle ve erkeğin kendisine sunmuş bulunduğu rol ve görevlerle hareket eder (Levenspatronen). Kadın ve namus cinayetlerinde, o ananın, kayınvalidenin ve kadının da rolü vardır. Toplumsal kültürel değerler ve yargılar da belirler yaşamı. Onun içindir ki, feodal aile sistemlerinin etkinliğinin kırılması ve değişmesi gerekir. Bunu bir yüzyılda beklemek biraz ütopyatik olur.

Şehirleşme (Urbanisatie / Verstedelijking)

1950’li yıllardan sonra köylerden ve kırsaldan şehirlere toplu göçler gerçekleşti. Köylerden şehirlere göç edenler, yanlarında muhafazakâr, Bektaşi, köy kültürü ve inançlarını da birlikte götürdüler. 2000 yılına gelindiğinde İstanbul, İzmir ve Adana büyük köyler haline gelmişlerdi. O yıllardan sonra o şehirlerde 30 yıl boyunca muhafazakâr partilerin şehir yönetimlerinde iktidar olduklarını görmekteyiz.

Gerçekten, son 100 yılda alınan yol o kadar da az değildir. Belirli grup farklılıkları olsa da kadın hakları genelde 100 yıl öncesinden daha iyidir. Yabancı bir erkeğin olduğu eve girmeyen, birlikte sohbet edemeyen, daha da ilerisi “Horoz erkek olduğu için ağzını kapatarak kaçınan bir kadın” tüm gelenek, görenekler ve ataerkil aile yapısı ile bir Anadolu kadını. Yumurta yemek bile erkeğin öncelikli hakkını gören bir kadın kültürü.

İstanbul’da Beyoğlu ilçesinde, İstiklal Caddesi’nde yürüyen süslü ve puslu feminist kadın hareketi, Hollandalı hemşerilerimizin dediği gibi; uçra Anadolu köşelerinde yaşayan kadınlara ne katkısı olur? Evet, Hollanda faciası “Ver van-mijn-bed show” olarak isimlendirmek mümkün.

Hollandalılara Memnun Edememek

Geçmiş yıllarda Hollanda’ya uyum ve asimilasyonda bir türlü Hollanda kamuoyunu memnun edemedik. Tabii ki feminist bir düşünceyi de, bu anda var olan kadınların hakları, eğitimi, iş ve istihdamı ve hür yaşam garantisi üzerine memnun etmemizde zordur. Tabii ki Amsterdam, Oslo, Berlin ve Viyana’daki kadınları kıyaslamak zor olsa da kadın, mutlu ve huzurlu bir şekilde nasıl yaşamak istiyorsa öyle de yaşamalıdır.

En Büyük Küresel Düşman?

Kadınların eşit hakları ve aydınlanmasındaki önündeki en büyük engeller silahlanma ve savaşlardır. Her gün tonlarca bomba yağan Halep’te, yaşam mücadelesinin olduğu ve insanın yaşam hakkının gaspı olan bir ortamda kadın haklarından bahsetmemiz gülünç gelir.

Savaşlarda en çok mağdur olan kadınlar, çocuklar ve hayvanlardır. Son yıllarda silahlanmaya giden ve milyarca artarak artmaya devam eden bir süreç var. Bir Allah’ın kulu çıkıp da; arkadaşlar, bunlar oyuncak değil, ne yapacaksınız bu yenmez ve içilmez silahları diye sormuyor. Birilerinin milyarlarca kazancı, bir diğerinin ölüm, kan, açlık ve sefil bir toplum yaratması umurunda değil. Savaşın var olduğu sürece ne 8 Mart’lar ne de kadın hakları savunucuları konusunda bir arpa boyu yol alabiliriz.

Barışın savaşlar arasında “mola ve pauze” olduğunu söyleyen bir Hollanda, Batı ve Amerika kültürü savaşlardan yana olmaya devam edecek. Kim ölmüş, kim ölmemiş, ne değeri var ki? Burada en çok mağdur olan o Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nde yürüyen kadın feministler değildir.

Milli gelirin kadına, çocuklara ve tüm insanlara harcandığı bir yaşam; savaşsız bir dünya ve daha çok ve iyi bir eğitim, sağlık, iş ve istihdam kadına istediği yeri ve özgür yaşamını sunacaktır. Sağlıcakla kadın.